Döviz Kurlarının Artışı ve Türkiye Ekonomisi


Türkiye ithalata aşırı bağımlı bir ülke. Bu nedenle döviz kurlarındaki artış üretimde kullanılan ithal girdilerin maliyetlerini yükselterek mutlaka enflasyona yansıyor.Enflasyondaki yükseliş ise halkın satın alma gücünü azaltarak iç talebin zayıflamasına yol açıyor.Böylece hem enflasyon yükselmiş hem de ekonomi küçülmüş oluyor. 1994 ve 2001 krizlerinde bunlar yaşadık. Üstelik bu kez özel sektörün büyük miktarda döviz borcu var. Döviz kurlarındaki artış bu borçların ödenmesi için gerekli TL miktarını yükseltiyor. (3 Ağustos itibari ile Merkez Bankası'nın toplam döviz rezervi 80,8 milyar dolar.Altınla beraber bu rakam 102,9 milyar doları buluyor. Ancak net döviz rezervi miktarı altınla birlikte 30,6 milyar dolarda kalıyor) . Türkiye'nin 57,4 milyar dolar cari açığı ve 1 yıl içinde ödenmesi gereken 1847 milyar dolar döviz borcu var.Merkez'in net döviz rezervi ise sadece 30 milyar dolar. Yani ülkenin 241 milyar dolara ihtiyacı var. Deli büyük ama yama küçük. Turizm gelirleri,Merkez Bankası'nın rezervleri var. Ama bunlar yetersiz. Çin'den kaynak arayışı olduğunu görüyoruz. Merkez Bankası bu ortamda rezervinin tamamını kullanırsa gücü zayıflar ve 1994 krizinde olduğu gibi faiz şoklarına açık hale gelir. Şuanda yapılması gereken tek şey Merkez Bankası'nın faiz artışı gibi görünmektedir.


Şirketlerin yüksek döviz borcu var demiştik. Bu borçların ödenememe riski iflasları da beraberinde getirir. Döviz kurundaki artıştan endişelenmemize sebep olan en büyük etken de bu zaten. 2001 krizinde kamu maliyesi borçluydu ancak daha sonra gerçekleştirilen dönüşümle beraber kamu borcu düşürüldü, yapılan teşvik ve yönlendirmeler ile özel sektör borçlandırıldı.

1994 ve 2001 krizlerinde Dolar'ın Durumu

























Tüm bu gelişmeler yaşanırken Dolar/TL de son 8 Yılın 7.rallisini yaşıyoruz. Ekonomist Dergisinin bu haftaki sayısında yaşanan Rallilerin ve bunların karşısında çözüm olarak neler yapıldığının ayrıntılı bir analizi paylaşılmış.



Devamını Oku »

Donald Trump ve Amerikan Merkez Bankası FED



ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz hafta yine ilginç bir çıkışa imza attı. Trump,ABD Merkez Banka'sının baskı altına alınmaması gerektiği ilkesini suistimal ederek, ''Fed'in faiz arttırması konusunda mutlu değilim'' dedi.

 Bildiğiniz gibi faiz üzerinden Merkez Bankasını hedef alan açıklamalara Türkiye de de çok sık rastlıyoruz. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, sık sık faiz ile alakalı söylemlerde bulunmakla birlikte 'Faiz Sebep,Enflasyon Neticedir' önermesinin de sahibidir. Gerçekten bunun böyle olup olmadığı ayrı bir yazı konusu olabilir. Daha sonra üzerinde konuşabiliriz. Biz konumuza dönelim.

 Amerikan Merkez Bankası (FED),Trump'ın göreve başladığı Ocak 2017 yılından bu yana 5 kez faiz artışı gerçekleştirdi. Trump'ın faiz ile alakalı sarf ettiği cümleler, Beyaz Saray'ın 20 yıldan uzun zamandır Amerika Merkez Bankası'nın para politikasına saygı duyarak,konuya ilişkin yorum yapmaktan kaçınması geleneğini ihlal etti.

 Trump ne demişti;  Fed'in borçlanma maliyetini artırdığını ve ekonomiyi yavaşlattığını ifade ederek, "Bu konuda mutlu değilim. Ancak aynı zamanda Fed'e hangisi iyiyse onu yapmaları konusunda izin veriyorum". Trump'ın bu açıklamalarının ertesinde Dolar Endeksi değer kaybetti. (Dolar endeksi tanım olarak, ABD Doları'nın Euro, Japon Yeni, İngiliz Sterlini, Kanada Doları, İsveç Kronu ve İsviçre Frangı gibi uluslararası piyasalarda yüksek hacme sahip, gelişmiş ülkelerin para birimleri karşısındaki sepet kur değerini ifade eder.) 
Trump’ın açıklamaları sonrası dolarda düşüş, bir süredir düşüşte olan altın fiyatlarında ise yükseliş görüldü. Hareketlenmeler tepki boyutunda kaldı. Fed Başkanı Powel da Trump’ın ticaret savaşına ilişkin hamlelerini eleştirmişti. Merkez bankalarıyla hükümetler arasında zaman zaman görüş ayrılığı olabiliyor. Yalnız Fed, Trump’a uyacak olursa buna en çok Türkiye gibi dış finansman ihtiyacındaki gelişen ülkeler sevinecektir.

 Donald Trump Ticaret savaşından sonra bir savaşta ABD Merkez Bankası (Fed) ile başlattı. Trump, “Fed’in faiz artırması konusunda mutlu değilim”diyerek Fed’i eleştirdi. Halbuki birkaç gün önce Fed başkanı Powell, “Kademeli faiz artışına devam” demişti. Fed kaynaklı açıklamalarda Trump’tan etkilenilmeyeceği görüşüne yer verildi.

Donald Trum'ın bu çıkışı aslında yeni değil. 20 Ocak 2017 de göreve başlamadan hemen önce de Amerikan dolarının aşırı değere sahip olmasının kendilerine zarar verdiğini söylemişti. Özellikle Çin'i suçlayarak,"Çin kendi para birimini düşük tutuyor. ABD dolarının aşırı değerli olması sebebiyle de bizim şirketlerimiz onlarla rekabet edemiyor" ifadesini kullanmıştı. Trump'ın bu sözleri, ABD Hazine Bakanlığı ve daha önceki başkanların 'güçlü doların ülke çıkarlarını temsil ettiği' fikrinden farklı.

Doların küresel piyasalarda etkisi

Amerikan doları, dünya ticaretinde en yaygın kullanılan para birimi olma konumunu sürdürüyor. Uluslar arası ticaretin yaklaşık yüzde 60'ı dolarla, yaklaşık yüzde 20'si euro ile, kalanı ise diğer para birimleri ile yapılıyor. Uluslararası rezervlerin de büyük bölümü bu iki para biriminden ve altından oluşuyor. Tüm dünyada yaklaşık olarak 7 trilyon dolar değerinde döviz, yaklaşık 4 trilyon dolar değerinde altın rezervi tutuluyor. Doların bu kadar güçlü konumda olması ABD'yi yatırımlar için vazgeçilmez hale getiriyor. 


Donald Trump Haklı mı?

Dünyayı etkileyen dolardaki değerlenme ABD'yi de vuruyor Evet.Türkiye’de doların yükselişi nedeniyle enflasyon, borç ve ithalatta nasıl sıkıntı yaşanıyorsa dünyanın genelinde de sorun aynı. Doların anavatanı ABD bile güçlü dolar yüzünden rekabette zarar ediyor, şirketler kayıptan doları sorumlu tutuyor.Dolar hem değer kazandığı ülke ekonomilerini tehdit ediyor hem de ABD’yi vuruyor. ABD’nin uluslararası dev şirketleri yurtdışı gelirlerinde büyük kayıp yaşıyor.

Geleneksel olarak, güçlü dolar ABD için bir gurur kaynağıdır. Ancak halihazırda ekonomistler doların geniş çaplı ve ani değerlenmesinin ABD ekonomisini aşağıya çekmekten başka bir işe yaramayacağı -özellikle de bunun yıllarca süreceği konusunda- hemfikir.

İLERİYE DOĞRU BAKILDIĞINDA, dolar değerindeki artışın ABD’li şirketler açısından bir dizi tehdit oluşturduğu görülüyor. Birincisi, dolar değerlenmeye devam ettiği sürece, ABD ekonomisindeki büyüme oranını aşağıya çekmeye devam edecek. Bunun nedeni, güçlü doların ABD ürün ve hizmetlerinin hem ihracatına hem de iç pazardaki satışlarına zarar vermesidir. Dolar keskin bir şekilde değerlendiğinde, ABD’li şirketler fiyatları yabancı para birimi cinsinden artırmak ve aynı zamanda da, maliyetleri düşürmek suretiyle dolar marjlarını korumaya çalışırlar. Bu arada, ABD’ye ihracatta bulunan şirketler de dolar cinsinden fiyatları düşürebilir ve buna rağmen eskisinden daha yüksek satış gelirleri elde etmeyi de sürdürebilirler. Bu durumda, ABD’li şirketler kendi ülkelerinde de pazar payı kaybedebiliyor.

Yazıyı Hazırlayan:Arda GÜRSOY
gursoyarda@hotmail.com

Devamını Oku »

Likidite nedir? Geç Likidite Penceresi nedir?



Merkez Bankası'nın faiz arttırımı hamlesinin ardından en çok merak edilen konuların başında likidite ve Geç Likidite Penceresi geliyor. Peki likidite nedir? Geç Likidite Penceresi nedir? Ne zaman kullanılır?

Likidite, genel anlamda pazar içerisinde ekonomik cinsten bir malın çabucak bir diğerine karşı değiş tokuş edilmesi anlamına gelir. Bir başka deyişle, bir menkul kıymet, değerini çok fazla kaybetmeden nakde çevirilebiliyorsa, ilgili menkul kıymetin likit olduğu söylenir. Geç Likidite Penceresi (GLP) nedir? İşte likidite ve Geç Likidite Penceresi hakkında detaylı bilgi?

LİKİDİTE NEDİR?

Likidite kavramı genel anlamda pazar içerisinde ekonomik cinsten bir malın çabucak bir diğerine karşı değiş tokuş edilmesi anlamına gelir. Likidite, döviz piyasalarının dışında en az bir iki varlığın (ekonomik malın) parasal ödeme aracıdır. Likidite bu nedenle yeterli nakit durumunu da ifade eder. Bu durumun yanı sıra istenilen işlemin nakit para olmasını isteyen bir döviz ortağı bulunmalıdır.

GEÇ LİKİDİTE PENCERESİ NEDİR?

Businessht.com’da yer alan bilgilere göre, Geç Likidite Penceresi (GLP), Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) son borç veren makam olarak, gün sonu ödeme sistemlerinde oluşabilecek sorunların önüne geçmek amacıyla bankalara verdiği limitsiz vadeli TL borçlanma imkanı ve aynı koşullarda TL borç verme imkanıdır. Gecelik ve geçici bir uygulamadır.

Geç Likidite Penceresi, gecelik vadede gün sonunda, yani 16:00-17:00 saatleri arasında; zorunlu karşılıkların tesis süresinin son iş gününde ise 16:00-17:15 saatleri arasında gerçekleşir.

NEDEN ORTAYA ÇIKAR?

Geç Likidite Penceresi iki sebep yüzünden ortaya çıkabilir: Arızi olarak, yani bankanın kendisiyle alakası olmayan bir sebepten, gün sonunda TL likiditesini Merkez Bankası’ndan para almadan kapatamayacak olması veya bankaların mali durumu bozuk olduğu için likiditesinin kalmaması.
Devamını Oku »

Altın almak için doğru zaman mı?


Enflasyon çift hanede ilerlemeye devam ederken yatırımcının getiri arayışı altını sorguluyor



Mayıs ayında yıllık enflasyon yeniden yüzde 12'yi aşarken altın almak için doğru zamanın gelip gelmediği merak ediliyor.

Son enflasyon verisi Türk Lirası'nda nakit bekleyen tasarrufların yılda yüzde 12'sini kaybettiğini gösterirken altında enflasyon üzeri getiri potansiyelinin olup olmadığı yatırım kararında belirleyici oluyor.

2018'in ilk yarısında yüzde 12,15'teki enflasyona karşılık gram altının bugünkü 191,2 TL'lik fiyatla getirisi yüzde 20,1 oldu. Gram altın 23 Mayıs'ta 204,92 TL'yi gördüğünde ise getiri yüzde 29'a kadar yükselmişti.

Bu da altının yılın ilk altı ayında enflasyonun üç katına yakın kazandırdığını gösteriyor.




Kapalıçarşı'da çeyrek altın 317 lira, Cumhuriyet altını da 1.291 liradan satılıyor. Asya piyasalarında yatay bir seyir izleyen altının ons fiyatı ise şu dakikalarda 1.293,3 dolardan işlem görüyor. Ons altın fiyatları, geçtiğimiz Cuma günü ABD'den gelen ve beklenti üzerinde gerçekleşen tarım dışı istihdam raporu sonrasında gevşedi.

Ons tarafında Ahlatçı Yatırım, ABD 10 yıllık tahvil getirisinde yaşanan yukarı yönlü eğilimin baskı oluşturmaya devam ettiğini ifade etti.

Gram altın Dolar/TL'nin yükselişiyle tarihi rekor seviyelere ulaşırken ons altın şu ana kadar 1380 dolar bölgesinde dirençle karşılaştı.

Son fiyat ons altının tarihi zirvesi olan 1921 doların yüzde 33 altında.



Devamını Oku »

İtalya'da giderek derinleşen siyasi kriz



İtalya, Mart ayında düzenlenen seçimlerden zaferle çıkan ve Avrupa Birliği'ne (AB) karşı tutumuyla bilinen siyasi hareketler ile Avrupa Birliği'nden yana merkez partileri arasında yaşanan bir iktidar mücadelesinin ortasında kaldı.

Popülist koalisyonun oluşması iki hafta sürdü, ancak cumhurbaşkanı tartışmaya yol açacak bir şekilde veto yetkisini kullandı. Bu yüzden İtalya tekrar başlangıç noktasına döndü.

Şimdi İtalya'nın yeniden seçime gitmesi gündemde. Bunun için de henüz güvenoyu almamış bir geçici hükümet kuruluyor.

Kriz nasıl başladı?

Euro Bölgesi'nin üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya'da ekonomi tam olarak toparlanabilmiş değil.

AB ve küresel piyasalar uzun zamandır endişeli bir şekilde ülkenin büyük borç yükünü nasıl azaltabileceği sorusuna yanıt arıyor.

2010-2011'de yaşanan Euro krizi bir şekilde atlatılsa da sorunlar tam olarak çözülmedi.

Bu yıl düzenlenen seçimlerde Euro Bölgesi karşıtı ve AB'ye şüpheyle bakan popülist Beş Yıldız ile Lig siyasi hareketlerinin sandıktan galibiyetle çıkması, ülkenin yöneldiği siyasi rota konusunda endişeleri artırdı.

Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella'nın popülistlerin maliye bakanı olarak seçtiği Prof. Paolo Savona'yı veto etmesi, Euro üzerindeki gerilimin artmasına yol açtı.

81 yaşındaki ekonomist, İtalya'nın eurodan çıkması için bir B planı geliştirmişti.

Beş Yıldız ile Lig partileri ise Mattarella'nın veto kararına tepki gösterdi.

Mattarella ise ekonomist Carlo Cottarelli'ye hükümeti kurma görevi verdi.

Cottarelli, Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) eski bürokratlarından biri ve Brüksel'e yakın bir isim. Euro ve kemer sıkma politikalarından yana.


Öncekilere kıyasla kriz seviyesini nasıl tanımlarız?

Çok yüksek. Ancak İtalya siyasi krizlere uzak bir ülke değil. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana 64 hükümet gördü.

5 Yıldız'ın siyasi lideri Luigi Di Maio, Cumhurbaşkanı Mattarella'nın görevden alınması çağrısında bulundu.

Lig Partisi'nin lideri Matteo Salvini ise Mattarella'nın veto kararının arkasında Almanya olduğunu ancak İtalya'nın bir koloni olmadığını dile getirdi.



Ancak böylesi bir kriz İtalya için yeni sayılır, çünkü İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana popülistler bu kadar yüksek bir oy oranı kazanmamıştı.

Bu yüzden yeni hükümetin çok dikkatli olması gerekiyor. Yeni başbakan Cottarelli, yeni seçimlerin 2019 yılının başında düzenleneceğini, eğer güven oyu alamazsa Ağustos ayında bile seçimlere gidilebileceğini söyledi. Ki ikinci seçenek şu aşamada daha olası görünüyor.

Bazı İtalyanlar ise 2011 yılında olduğu gibi AB tarafından devreye sokulan bir senaryonun uygulandığını düşünüyor.

O zamanlar devlet tahvil faizlerinin yükselmesi ile iflasın eşiğine gelen İtalya küresel piyasalar tarafından cezalandırılmış, dönemin başbakanı Silvio Berlusconi görevden alınarak yerine AB komisyoneri Mario Monti getirilmişti.

Cumhurbaşkanı'nın görevi tehlikede mi?

Hemen değil.

Beş Yıldız'dan Di Maio'nun cumhurbaşkanının görevden alınması için dile getirdiği çağrı, parlamentodan çoğunluğu alabilirmiş gibi görünmüyor.

Anayasaya göre görevden alınması için yüksek seviyede bir ihanet suçu işlemesi ya da anayasaya aykırı davranmış olması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Mattarella ise sadece görevinin temsili olmadığını göstermiş oldu.

Hükümeti atamak onun görevi.

Ancak Beş Yıldız ve Lig ekibini reddetmek siyasi olarak riskliydi.

Şimdi sistem karşıtı bu grup oylarını artırabilir, çünkü geçici hükümet Brüksel'in bir maşası olarak görülecek.


Bütün bunlar euro için ne anlama geliyor?

İtalya'nın kamu borcu 2,3 trilyon euro. Bu da gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 132'sine denk geliyor. AB'de Yunanistan'dan sonra en yüksek ikinci oran bu.

Lig Partisi'nden Matteo Salvini, "Eurodan çıkmayı hiçbirimiz düşünmedik, ne benim ne (maliye bakanı olarak atanması beklenen) Savona'nın manifestosunda bu yer alıyordu" ifadesini kullanıyor.

Beş Yıldız'daki ortakları da euroyu sevmiyor; ancak eurodan çıkmak için bir referandum düzenlemek artık planları arasında yer almıyordu.

Yine de popülistlerin ajandasında euro meselesi vardı, daha çok Brüksel'in bütçe disiplini ve sert hedeflerini empoze eden AB anlaşmalarını gözden geçirmeyi vaat ediyorlardı.

AB'nin serbest piyasa liberalizmi yerine refah devletini devreye sokmak istiyorlar.

Emekli ikramiyelerini yükseltmek ve yoksullara yardımda bulunmak için İtalya'daki sosyal politikalara milyarlarca euro ayırmak hedefindeler.

Kamu araştırmaları son seçimlerden bu yana Lig Partisi'ne verilen desteğin yükseldiğini gösteriyor. O yüzden aylar içinde düzenlenecek bir başka seçim sağcı ve göçmenlik karşıtı partiye daha sağlam bir yer verebilir.

İtalya siyasetinde AB'ye güvence verecek bir düzelmenin yakın zamanda yaşanacağı düşünülmüyor.
Devamını Oku »

Dolar/TL Rekorlara Doymuyor! Peki Bu Nereye Kadar Sürecek?


Geçtiğimiz haftayı 4.48 seviyelerinde kapayan USD/TRY paritesi, yeni haftanın ilk gününde yukarı yönlü kademeli yükselişler gerçekleştirdi ve bu yükselişler ile birlikte rekor üzerine rekorlar kırıldı. TL kanadında her zaman söylediğimiz gibi büyük resimde yer alan baskılar gün geçtikçe ağırlığını artırıyor. Bu baskılar arasında enflasyon oranları ve cari bozulmalar başı çekiyor. ‘Dolar/TL’nin aşağı yönlü uzun vadeli gevşeme hareketleri için neler gerekli?’ sorusunu soracak olursak bunun için başlıca gerekçeler bu büyük baskıların ortadan kalkması olacaktır. Her ne kadar bu rekorlar sonrası gözler Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na (TCMB) çevrilmiş olsa da, olası bir faiz artışında gevşeme eğilimi gösterebilecek olan kurun aşağı yönlü hareketlerinin devamı için TL’nin üzerinde ki baskıları atması ve piyasalara güven vermesi gerekiyor. Bunun içinde TL’nin ‘anlık’ müdahalelerden ziyade uzun vadeli reçetelere ihtiyacı var. Bu uzun vadeli reçetenin içerisinde ise enflasyonun istenilen seviyelere çekilmesi, cari bozulmaların düzelmesi, Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşları’nın Türkiye değerlendirmelerinde notların ‘yatırım yapılabilir’ seviyelerine gelerek yabancı güvenini kazanmak başlıca ilaçlar olarak gösterilebilir. Daha da uzun vadede ise ‘üretim’ yaparak yurtiçi piyasalara yabancı para girişini sağlamak ekonomimize pozitif etki sağlayabilecek gelişmeler olarak söylenilebilir. Bunlar şimdilik akıllarda olan şeyler olurken, USD/TRY paritesi gün içerisinde kademeli yükselişler ile birlikte 4.60 seviyelerini test etti. Bu yükselişlere TL’nin zayıf seyri ile birlikte doların küresel anlamda yeni haftaya kuvvetli başlaması neden oldu.

Geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen çeşitli ekonomik toplantılar sonrası piyasalarda ‘Bir müdahale mi gelecek’ düşünceleri oluşmuş ve bu düşünceler beklenti yaratmıştı. Bu beklentiler ile kısa süreli aşağı yönlü hareketlenen kur, ilerleyen günlerde bir müdahale gelmemesi ile birlikte tekrar kendini yukarı atmıştı. Her geçen gün ‘müdahale’ ihtimali beklentileri azalsa da, yine de piyasalar bir beklenti içerisinde. TCMB’nin ilk olağan toplantısı 7 Haziran 2018’de gerçekleşecek. Bu toplantıda faiz artışına yönelik bir adım atılacağı düşüncesi piyasalarda filizlenmiş durumda. Bir diğer soru ise ‘Bu toplantı öncesi bir müdahale olur mu?’ yönünde. Piyasaların kafasında çeşitli sorular mevcut ve bu soruların cevapları için yurtiçinden gelen haber başlıkları yakından takip ediliyor. Bu sebeple bu konuda yapılabilecek herhangi bir açıklama bile volatiliteyi sert bir şekilde etkileyebilir. Amerika kanadına döndüğümüzde ise doların yeni haftaya kuvvetli bir başlangıç yaptığı görülüyor. Bölgeden gelen en dikkat çekici haber başlıklarından biri ABD Hazine Bakanı Steven Mnuchin’in açıklamaları oldu. Amerika ile Çin arasında ki gerilime değinen Mnuchin; bunun asla bir ticaret savaşı olmadığını, sadece bir ticaret anlaşmazlığı olduğunu belirtti. Yapılan bu ılımlı açıklama doları bir miktar destekledi. Bununla birlikte Mnuchin; güçlü doların Amerika ekonomisi için iyi olduğunu açıklamalarına ekledi. Bir diğer açıklama ise Amerika’nın ‘taze’ Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’dan geldi. Pompeo; İran’a karşı benzeri görülmemiş bir finansal baskı ve tarihte ki en güçlü yaptırımların uygulanacağını belirtti. 
Devamını Oku »

KÜRESEL TİCARETTE 2018 YILI BEKLENTİLERİ


Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) küresel ticaretin görünümü konusunda yayımladığı raporda2 , ABD Doları esas alınarak yapılan hesaplamalarda 2017 yılında küresel ihracatın % 11 artarak 17,2 trilyon dolar olarak gerçekleştiği belirtilmektedir. 2017 yılında % 4,7 oranında büyüyen mal ticaretinin 2018 yılında da güçlü bir şekilde büyümeye devam edeceği açıklanmıştır. Küresel ticarette görülen bu büyümenin tek bir unsura bağlanması doğru olmamakla beraber, önemli katkının küresel yatırım harcamalarında gerçekleşen artış olduğu ifade edilmektedir. Yatırım harcamalarının artışının ticaretle bağlantılı olduğu gibi aynı zamanda emtia fiyatlarında artışa neden olduğu da kaydedilmektedir. DTÖ’nün yaptığı değerlendirmeler sonucunda, 2018 yılına ait beklentinin uluslar arası ticaretin işlem hacminin % 4,4 oranında büyümesinin beklendiği belirtilmektedir. Ticarette bu büyümenin, piyasa döviz kuru üzerinden küresel gayri safi yurt içi hâsılanın (GSYİH) % 3,2 büyüme tahmini ile birlikte ele alınması gerektiği kaydedilmektedir. 2019 yılında ise uluslar arası ticaretin biraz azalarak % 4’luk ılımlı bir büyümeye dönüşmesi beklenmektedir. Bununla birlikte 2008 ekonomik krizi sırasında görülen ortalama % 3’lük büyümenin üzerinde oluşması beklentisinin küresel ekonomi için sağlıklı ve olumlu bir gelişme olduğu ifade edilmektedir. DTÖ Genel Direktörü Roberto Azevedo bu vesile ile yaptığı açıklamada, gelişmiş ve gelişen ülkelerde güçlü ekonomik büyümenin küresel ticarete de olumlu şekilde yansıdığını,017’de küresel ticaretin % 4,7 oranında büyümesinin 2011 yılında bu yana en yüksek büyüme oranı olduğunu söylemiştir. Azavedo gelişmiş ülkeler ihracatında %3,5 atışa karşılık gelişen ülkelerde bu oranın %5,7 olarak gerçekleştiğini ancak değerlendirmelerde korumacılık ifade eden gelişmelerin tırmanma olasılığının hesaba katılmadığını sözlerine eklemiştir. Ticaret ile ekonomik büyüme oranları arasındaki değişen orana da dikkat çekilmektedir. Tarihsel olarak küresel ticaretin büyüme oranı ekonomik büyüme oranının “1,5” katı olmaktaydı. Esasında 1990’lı yıllarda “ticaretin gelire göre elastikiyeti” olarak tanımlanan bu oran “iki” olarak hesaplanmaktaydı. Diğer bir ifade ile bu dönemde küresel ticaret, küresel büyüme oranın “iki” katı olmuştu. Daha sonra 2011 ila 2016 yılları arasında oran “bir”e geriledi. Küresel ticaret ve ekonomik büyüme aynı oranlarda gerçekleşti. Buna karşılık 2017 yılında ticaret ve büyüme arasındaki oran 1,5 olarak hesaplandı. 2018 yılında oranın biraz azalarak 1,4 seviyesinde oluşacağı ifade edilmektedir. Önemli krizlerin görülmemesi halinde küresel ticaretin önümüzdeki dönemde gelişeceği ve küresel büyümenin tekrar “iki” katına çıkacağı kaydedilmektedir. DTÖ’nün bu belirlemesi küresel ticarette olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Ticaret ile büyüme arasındaki elastikiyet Tablo 1’de gösterilmektedir.




Küresel ticaretteki önemli iyileşmenin nedeni Asya ülkelerinin gerek ihracatta gerek ithalatta gösterdikleri etkinlikle açıklanmaktadır. (EK:1) Asya ülkeleri küresel ihracatta görülen % 4,5’lük büyümenin % 51’ini sağlarken ithalatta görülen %4,8’lik büyümenin % 60’sıni oluşturmaktadır. Çin bir numaralı ihracatçı, ABD ise bir numaralı ithalatçıdır. Rapor bu olumlu beklentiye rağmen ticarette tırmandığı görülen gerginliklerin, ticari güveni ve yatırım kararlarını etkileyerek büyüme eğilimini rayından çıkarması olasılığına da yer vermektedir. Ticareti kısıtlamaya yönelik uygulamaların denetlenemeyecek bir boyuta ulaşması halinde bu olumlu gelişmenin de baltalanacağı bunun da istihdama olumsuz etkisi olacağı kaydedilmektedir. Raporda risklerin artışı, • Ülkelerin kısıtlayıcı ticaret politikalarına yönelmelerinin tüketiciler ve iş çevrelerinde yarattığı belirsizliklere ilave olarak gerginliklerin tırmanması ve ülkelerin misillemede bulunması, • Merkez Bankalarının parasal kısıtlamalarının döviz kurları ve sermaye hareketlerini olumsuz etkilemesi, • Boyutları henüz tam belirlenememekle birlikte jeopolitik gerginliklerin ve siber saldırıların hizmet sektöründe olumsuzluk yaratması olasılığı ile açıklanmaktadır. Diğer taraftan, yapısal reformlar ve genişlemeci mali politikalar sonucu ekonomik büyümenin güçlenmesi halinde uluslar arası ticaretin kısa sürede hız kazanacağı da kaydedilmektedir. Nitekim DTÖ’nün ticarete ilişkin olumlu tahminlerinin küresel GSYİH’nın son zamanlarda piyasa döviz kuru üzerinden yapılan hesaplarda küresel büyümenin oydaşma ile 2018 yılı için % 2,8 oranından %3,2’e yukarı doğru revize edilmesine dayandığı belirtilmektedir. Bu arada Çin ekonomisinde hedeflenen yeni dengeyi sağlamak amacıyla Çin Yönetiminin yüksek oranda ithalat içeren yatırımları azaltarak tüketime yönelmesinin, Çin’in ithalatında belirli bir daralmaya neden olmasının beklendiği ifade edilmektedir. Bu da üç numaralı ithalatçı konumunda olan Çin’in ithalatının azalmasının küresel anlamda sonuçları olacağı kaydedilmektedir. Çin’de 2013 yılında büyümenin %55’i yatırımlar nedeniyle oluşurken bu oranın 2017 yılında %32 olarak gerçekleştiği belirtilmektedir. Ayrıca son zamanlarda küresel planda ticaretin serbestleşmesine yönelik adımlarının atılmamış olması da olumlu gelişmeleri sınırlayan başka bir unsur olarak değinilmektedir. Raporda, emtia fiyatlarında görülen artışa da yer verilmektedir. ABD Dolarının değerinde meydana gelen değişikliklerin, emtia fiyatlarını etkilediği ancak bu dönem içinde Dolar kurunun büyük değişiklik göstermediği halde emtia fiyatlarında görülen % 7 artışa dikkat çekilmektedir. Tablo 2’de kayıtlıdır.



Raporda 2107 yılında ticaret hizmetlerinde de önemli bir artış görüldüğü kaydedilmektedir. (Tablo:3) 2015 ve 2016 yıllarında ticaret hizmetlerdeki düşüşün telafi edilerek bu alanda % 7 oranında bir artış sağlanmıştır. Bu artış içinde ulaştırma sektöründeki artış dikkat çekicidir.



Türkiye bakımından küresel ticaretteki gelişmelerin yakından izlenmesi önemlidir. Uluslar arası ticaret Türkiye’nin Gayrı Safi Yurtiçi Hâsılası ile oranı % 24 olarak hesaplanmaktadır.3 Bu oran Türkiye’nin dış ticarete bağımlılık oranını da ortaya koymaktadır. Türkiye 2017 yılında % 10,2 artış sağlayarak 157 Milyar Dolar tutarındaki ihracatı gerçekleştirerek küresel ihracat içinde % 1,2’lik payı ile 22’nci sıradadır. Diğer taraftan 234 Milyar Dolar ithalatı ile küresel ithalatta % 1,6’sı oranındaki payı ile 15’nci sıradadır. Küresel ticarette görülen artış oranı bazı riskler barındırmakla beraber, ekonomik büyümesinde ihracatın etken rolü dikkate alındığında Türkiye bakımından olumlu olarak değerlendirmektedir



TEPAV.
Devamını Oku »